Fikriye Süt yazıyor..Keçinin İzinde: Yörük Kültürünün Sessiz Tanıkları
Keçinin İzinde: Yörük Kültürünün Sessiz Tanıkları
Keçinin izini sürdüm önce… Dağın taşın dilini en iyi o bilirdi çünkü. Her sabah Toros’un eteklerinde çıngırak sesleriyle uyanan köylerde, keçiyle başlardı hayat. Güneş doğmadan yola düşen çobanların ardından yürürken, bir kültürün ayak izlerini takip ettiğimi anladım. Bu sadece bir hayvan değil, bir hayat biçimiydi. Yörük dediğin, keçiyi anlarsan anlaşılır zaten.
Yaz aylarında göç yollarına düşen kara kıl çadırlar, keçinin sırtında taşınırdı. Kılından çadır, sütünden yoğurt, etinden aş olurdu. Keçi, Yörük’ün ne malıydı ne de mülkü; o, onun yoldaşıydı. Öyle ki, bir keçinin ardından ağıt yakıldığını duydum, bir çobanın gözünden süzülen yaşla karşılaştım.
Köylerde süt sağımı hâlâ sabahın serinliğinde yapılır. Kadınlar bakır güğümlerle çeşme başında birikir; ellerinde süzgeç, dillerinde dua… O sütün bir kısmı hemen ocağa alınır, yoğurt mayalanır. Yoğurt dediğin öyle yoğurtlukta değil, sevda gibi tutulur. Mayası eski yoğurttan alınır; bir nesilden diğerine aktarılır gibi… Kimi zaman kaymak tutar üstü, kimi zaman içine kekik serpilir. Ama her lokması hem doğanın hem de annenin eli gibidir: şefkatli ve sade.
Peynir ise başka bir sabrın işidir. Keçi sütü, sıcak taş bodrumlarda günlerce dinlenir. Tuzlanır, sıkılır, bekletilir. O peyniri tattığımda, sadece bir lezzet değil, geçmişin ta kendisi ağzıma doldu. Bir ninenin sabahın köründe uyanıp yoğurduyla peyniriyle uğraşması; bir dedenin ekmeğini o peynirle bölmesi… Bu sofralar sadece karın doyurmaz, hikâye anlatır.
Bugün şehirlerde unuttuğumuz ne varsa, o köy sofralarında yaşıyor hâlâ. Yoğurdun ekşiliği, peynirin tuzu, keçinin sabrı… Her şey yerli yerinde. Beton duvarlar arasında kaybettiğimiz doğallığı, Toros’un eteklerinde buldum yeniden. Ve anladım ki Yörük kültürü, kitaplardan değil; taşın, toprağın, sütün ve sessiz dağların dilinden öğrenilir.
Bu satırlar bir çalışmanın değil, bir gönül yolculuğunun izleridir. Keçiyle başlayan, yoğurtla ve peynirle içime işleyen, doğaya duyulan derin bir saygının ifadesidir. Günümüz insanının unuttuğu o yalın yaşam, hâlâ Burdur’un dağlarında, çobanının türküsünde, kadının emeğinde yaşıyor.
Ve ben şuna inanıyorum: Bu kültürü yaşatmak, sadece anlatmakla değil; onu hissedebilmekle, o yoğurda kaşık sallayıp, o keçiyle birlikte dağa çıkmakla mümkün.
Fikriye Süt 17,05,2025