Hadi Önal
Köşe Yazarı
Hadi Önal
 

AKİF’İ ANMAK VE ANLAMAK

İstiklal Marşımızın yazarı şair Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936 tarihinde Rahmeti Rahman’a kavuşarak aramızdan ayrılmıştı. Ruhu şad mekânı cennet olsun. Akif’i, şiirleri ile ölümünün 85. Yılında anmak ve anlamak için yine Safahat’ın derinliklerine dalmıştım. Bir yandan onun şiirlerini okuyor diğer yandan da Akif’in şiirlerini dillerine pelesenk eden ancak onu, anlamak yerine istismar eden malum zevatın söylem ve eylem farklılıklarını düşünürken elimde kitap öylece uyuya kalmışım. Bir de baktım merhum Akif karşımda… Kalk, dedi! Doğruldum. Sonra bana dedi ki: “Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak. Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle. İmanı olan kimse gebermez bu ölümle: Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.' Davransana... Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.” Ben de ona dedim ki: Ne diyorsun sen şair, kel başa şimşir tarak Atiden bizlere ne, dert; bugünü kurtarmak Geçti Bor’un pazarı sür eşeğin Niğde’ye Ölüm mü; düşünme sen, bülbül konmaz iğdeye Bak yine yanılmışsın; eller, şak şak içindir Vaat sandığa kadar; her şey tak tak içindir Düşünmek mi, ne gerek? Kaldır der kaldırırız Yoksa nasıl parmağı bal küpe daldırırız. Akif, yüzüme şöyle baktı, sonra: “Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.”, dedi. Ben de ona dedim ki: Battı batacak gemi, ne katarsam varıma. Varsın boğulsun millet, ben bakarım kârıma. Akif, bu defa yüzüme acıyarak baktı ve: “ Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu; Gelir de adl-i İlahî Ömer'den sorar onu!”, dedi. Ben de ona dedim ki: Kenar-ı Dicle’ye şimdi çok barajlar yapıldı Kurtlar sofrasında haslar; kapışıldı, kapıldı Sonra koyun diyorsun da, rengi ak mı kara mı? Adalet, havaya para: Hop! Yazı mı tura mı? Akif, bu sözüme çok kızdı ve: “Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz. Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.”, dedi. Ben de gülerek ona dedim ki: Rüzgârın esişine kıble değiştirenler Geleceğini bizim yal cenahta görenler Bilumum yandaşımız, iğreti yamamızla Eseriz rüzgâr gibi ve olanca bir hızla Bu yolda nice fener, nice fer söndürürüz Bu yol ilmi siyaset; dönme bilmez, yürürüz. Akif’in gözleri çakmak çakmak oldu ve: Varsa şayet söyleyin bir parçacık insafınız Böyle kansız mıydı hâşâ kahraman eslafınız Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına Böyle olmuş muydu millet can evinden rahne dar Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi Böyle adet miydi bi perva yemek insan leşi Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan Hey sıkılmaz ağlamazsan bari gülmekten utan!” ,dedi. Bu sefer kızma sırası bendeydi, ona dedim ki: Bre şair, ne oldu da, kattın tozu dumana! İğne batırılmış gibi başın vurmuş tavana. Biz ki laf salatasında almışken bu kadar yol Varsın keçi hır çıkarsın, nasıl olsa koyun bol Anlamadın değil mi ya! Almaz senin kul beynin Değil mi ben, bu millete; hem beyinim hem beyim. Doğru olan dediklerim; her şey sala olacak Bu uğurda gerekirse kırılacak kol bacak. Diyorsam ben, parçalanır; yoksa yürür mü işler? Kim demiş hesapsız diye, rehberiniz keşişler Nazarın değecek billâh, tutunduğumuz Haç’ça Ot diyorsam ot yenecek; gerek yoktur turaç’a? Yok, ırzımmış, namusummuş; duymamış olayım ha! Çek hayalini yolumdan, bize kalsın tüm saha. Akif, yüzüme tiksinerek baktı sonra da ekledi: ''Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!'' Ders verme sırası bendeydi ona dedim ki: Bu kafayla alamazsın ritim sazın hazzını Ciğer sökecek hançeri elbette saklar kını Yalan siyaset rehberi, ayıbı örter deri Senin hakikat dediğin şimdilerde seferi Mehmet Akif Ersoy’un yanaklarından iki damla yaş süzüldü, sonra döndü: Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi Lakin aşk olsun ki aldırmazda otlarmış eşek Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek Kâr sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı Hasmı derken çullanırmış yutmadan son lokmayı Bir hakikattir bu bildiğin üsluba sok Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız Bir bakın halamı hala ihtiras ardındayız Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz Öyle bir buhrana sapmıştır ki zira haliniz Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme Davranın zira gülünç olduk âleme Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah intikam Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur.” Dedi ve birden kayboldu. Gözlerimi açtım. İyi ki rüyaymış dedim kendi kendime. Ama rüya da olsa çok üzüldüm o büyük şairi dillerine pelesenk edenlerin yaşantı, düşünce ve dilekleriyle o büyük şaire cevap verdiğime. Sonra aldım kalemi elime ve başladım yazmaya: Sade korkulsa iyi, bu kene başka kene Ayakların suçu yok, damdan inmiş bedene Ayrıştırma adına ne varsa kullanıyor Bir bu ülke değil ki bak, Osmanlı yanıyor! Bu kene başka kene, ihaneti sevene İnancı sömürüyor, rahmet okutup düne Pisliği yakasından dökülürken önüne Şerrinden kaçışıyor bit, pire, sülük, süne Akif’im ne diyeyim; sen ki başlar tacısın İstikbalimiz meçhul, bize Allah acısın.        
Ekleme Tarihi: 26 Aralık 2021 - Pazar

AKİF’İ ANMAK VE ANLAMAK

İstiklal Marşımızın yazarı şair Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936 tarihinde Rahmeti Rahman’a kavuşarak aramızdan ayrılmıştı. Ruhu şad mekânı cennet olsun.

Akif’i, şiirleri ile ölümünün 85. Yılında anmak ve anlamak için yine Safahat’ın derinliklerine dalmıştım. Bir yandan onun şiirlerini okuyor diğer yandan da Akif’in şiirlerini dillerine pelesenk eden ancak onu, anlamak yerine istismar eden malum zevatın söylem ve eylem farklılıklarını düşünürken elimde kitap öylece uyuya kalmışım. Bir de baktım merhum Akif karşımda… Kalk, dedi! Doğruldum. Sonra bana dedi ki:

“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak...

Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.

Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.

İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”

Ben de ona dedim ki:

Ne diyorsun sen şair, kel başa şimşir tarak

Atiden bizlere ne, dert; bugünü kurtarmak

Geçti Bor’un pazarı sür eşeğin Niğde’ye

Ölüm mü; düşünme sen, bülbül konmaz iğdeye

Bak yine yanılmışsın; eller, şak şak içindir

Vaat sandığa kadar; her şey tak tak içindir

Düşünmek mi, ne gerek? Kaldır der kaldırırız

Yoksa nasıl parmağı bal küpe daldırırız.

Akif, yüzüme şöyle baktı, sonra:

“Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun

Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.”, dedi.

Ben de ona dedim ki:

Battı batacak gemi, ne katarsam varıma.

Varsın boğulsun millet, ben bakarım kârıma.

Akif, bu defa yüzüme acıyarak baktı ve:

“ Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu;

Gelir de adl-i İlahî Ömer'den sorar onu!”, dedi.

Ben de ona dedim ki:

Kenar-ı Dicle’ye şimdi çok barajlar yapıldı

Kurtlar sofrasında haslar; kapışıldı, kapıldı

Sonra koyun diyorsun da, rengi ak mı kara mı?

Adalet, havaya para: Hop! Yazı mı tura mı?

Akif, bu sözüme çok kızdı ve:

“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.

Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.”, dedi.

Ben de gülerek ona dedim ki:

Rüzgârın esişine kıble değiştirenler

Geleceğini bizim yal cenahta görenler

Bilumum yandaşımız, iğreti yamamızla

Eseriz rüzgâr gibi ve olanca bir hızla

Bu yolda nice fener, nice fer söndürürüz

Bu yol ilmi siyaset; dönme bilmez, yürürüz.

Akif’in gözleri çakmak çakmak oldu ve:

Varsa şayet söyleyin bir parçacık insafınız

Böyle kansız mıydı hâşâ kahraman eslafınız

Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına

Böyle olmuş muydu millet can evinden rahne dar

Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi

Böyle adet miydi bi perva yemek insan leşi

Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan

Hey sıkılmaz ağlamazsan bari gülmekten utan!” ,dedi.

Bu sefer kızma sırası bendeydi, ona dedim ki:

Bre şair, ne oldu da, kattın tozu dumana!

İğne batırılmış gibi başın vurmuş tavana.

Biz ki laf salatasında almışken bu kadar yol

Varsın keçi hır çıkarsın, nasıl olsa koyun bol

Anlamadın değil mi ya! Almaz senin kul beynin

Değil mi ben, bu millete; hem beyinim hem beyim.

Doğru olan dediklerim; her şey sala olacak

Bu uğurda gerekirse kırılacak kol bacak.

Diyorsam ben, parçalanır; yoksa yürür mü işler?

Kim demiş hesapsız diye, rehberiniz keşişler

Nazarın değecek billâh, tutunduğumuz Haç’ça

Ot diyorsam ot yenecek; gerek yoktur turaç’a?

Yok, ırzımmış, namusummuş; duymamış olayım ha!

Çek hayalini yolumdan, bize kalsın tüm saha.

Akif, yüzüme tiksinerek baktı sonra da ekledi:

''Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim

İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek

Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!''

Ders verme sırası bendeydi ona dedim ki:

Bu kafayla alamazsın ritim sazın hazzını

Ciğer sökecek hançeri elbette saklar kını

Yalan siyaset rehberi, ayıbı örter deri

Senin hakikat dediğin şimdilerde seferi

Mehmet Akif Ersoy’un yanaklarından iki damla yaş süzüldü, sonra döndü:

Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi

Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi

Lakin aşk olsun ki aldırmazda otlarmış eşek

Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek

Kâr sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı

Hasmı derken çullanırmış yutmadan son lokmayı

Bir hakikattir bu bildiğin üsluba sok

Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok

Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız

Bir bakın halamı hala ihtiras ardındayız

Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın

Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın

Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz

Öyle bir buhrana sapmıştır ki zira haliniz

Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme

Davranın zira gülünç olduk âleme

Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah intikam

Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram

Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur?

Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur.”

Dedi ve birden kayboldu. Gözlerimi açtım. İyi ki rüyaymış dedim kendi kendime. Ama rüya da olsa çok üzüldüm o büyük şairi dillerine pelesenk edenlerin yaşantı, düşünce ve dilekleriyle o büyük şaire cevap verdiğime. Sonra aldım kalemi elime ve başladım yazmaya:

Sade korkulsa iyi, bu kene başka kene

Ayakların suçu yok, damdan inmiş bedene

Ayrıştırma adına ne varsa kullanıyor

Bir bu ülke değil ki bak, Osmanlı yanıyor!

Bu kene başka kene, ihaneti sevene

İnancı sömürüyor, rahmet okutup düne

Pisliği yakasından dökülürken önüne

Şerrinden kaçışıyor bit, pire, sülük, süne

Akif’im ne diyeyim; sen ki başlar tacısın

İstikbalimiz meçhul, bize Allah acısın.

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve burdurilkadim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.