GUGUK KUŞU VE GUGUK DÜZENİ
Guguk, uğultulu ötüşü ile dikkatleri üzerine toplayan, genellikle orta boyda ince uzun bir kuş türüdür. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında yaşayan guguk kuşunun en dikkat çekici özelliği aile yapısı ve neslini devam ettirme özelliğidir. Kuluçka paraziti olarak bilinen guguk kuşu, kuluçkaya yatmaz. Yumurtlama ve üreme döneminde gözüne kestirdiği kendisine benzeyen saksağan, alakarga, ispinoz gibi kuşlarının yuvalarının etrafında dolaşır. Kedisine benzeyen bu kuşların yumurtlamasını bekler. Gözüne kestirdiği kuşların yuvasının etrafında dolaşır ve fırsat kollar. Yuva boş bırakıldığında hemen boş kalan yuvaya yönelir, yuvadaki bir yumurtayı atarak kendi yumurtasını yuvasından ayrılan kuşun yumurtaların arasına koyar. Böylece kuluçka asalağı olan bu kuş, kendi soyunun devamını kendisi zahmet çekmeden bir üvey ana ve babaya yükler. Üvey anne bir yumurtasının yuvadan atıldığını, yerine bir yumurta konulduğunu fark etmez ve kuluçkaya yatar.
Kuluçka döneminin en dikkat çekici serüveni ise bundan sonra başlar. Guguk yavrusu, genellikle üvey kardeşlerinden önce kabuğunu kırarak çıkar. İlk dört gün içinde üvey anasının yuvadan ayrılmasını bekleyen henüz kör ve tüysüz guguk yavrusu, akrobatik hareketlerle yuvanın gerçek sahipleri olan üvey olarak gördüğü kardeşlerini tek tek yuvadan atar. Bir başına kalan guguk, çok çabuk gelişir. Yaklaşık altı hafta sonra iyice irileşen guguk, genellikle doğup büyüdüğü yuvayı da dağıtarak eş aramaya başlar.
Gerçek olan bu hikâyeyi okurken sizin aklınıza ne geliyor bilmiyorum; ama benim aklıma başkasının emeğiyle yaşayan, kendi yükünü başkasına yükleyen, sorumluluk almayan çalışmadan, alın teri dökmeden başkasının emeğini sömüren, onun sırtından geçinen iki ayaklı guguklar geliyor. Aklıma devletin imkânlarını kendi çıkarına kullanan siyasetçiler, halktan halkın mutluluğu ve refahı için toplanan vergileri israf eden yöneticiler, üretenin emeğini sömüren aracılar, torpille makamlara gelen liyakatsizler geliyor. Sahi bütün bu saydıklarım insan kılığına giren birer “guguk” değil mi? Alın teri dökmeden kazananlar, milletin yuvasına göz dikenler, devletin hazinesini kendi malı sanıp har vurup harman savuranların guguktan ne farkları var? Bir bakın çevrenize, vergi ödeyen vatandaşın tepesinde toplanan vergiyi har vurup harman savuran yöneticiler var. Üreten çiftçinin tepesinde emeğini yok pahasına alan aracılar var. Okuyan, çalışan gencin hakkını gasp eden ayrıcalıklı “torpil çocukları” var. Kısaca kendi yükünü taşımayan, hep başkasına taşıtan “guguklar” ve onların kurdukları bir ‘guguk düzeni’ var. Guguk kuşu, kendi neslini sürdürmek için başkasının yavrularına kıyar, yuvalarının darmadağın olmasını bekler. Peki ya bizim guguklar?
Oysa yaratılan her varlık bir yönüyle ayna tutuyor bize. Karıncaya bakıyorsunuz, bireysel değil kolektif fayda için çalışıyor. Arıya bakıyorsunuz, sabırla ve disiplinle bal yapıyor. At ve köpek sahibine bağlı, kurt özgürlüğüne düşkün, tilki kurnaz, keçi inatçı… Her birinden hayatın farklı bir dersini almak mümkün. Hayvanlar âlemi, bize nasıl yaşamamız gerektiğini fısıldıyor, adeta; “ders al, ders al”, diye adeta haykırıyor. Peki, biz önümüzde açık duran bu kitabı yeterince okuyabiliyor muyuz? Hayvanların, kuşların içgüdüleriyle kurduğu ekolojik dengeyi biz, aklımızla bozmuyor muyuz? Onlar ihtiyacı kadar tüketirken, biz hırsımızla oburca tüketmiyor muyuz? Onlar, sabırla nesillerini sürdürürken, biz acelecilikle kendi geleceğimizi yok etmiyor muyuz? Biz ihtiyacımızdan fazlasını sorumsuzca tüketerek gelecek nesillerin hakkını bugünden gugukların yemesine göz yummuyor muyuz?
Görünen o ki bu milletin en büyük düşmanı dışarıda değil, içimizdeki guguklar ve gugukların kurduğu guguk düzenidir. Peki, biz neden bu çarpıklığı sorgulamıyoruz. Neden sormaktan, sorgulamaktan çekiniyor ve korkuyoruz. Oysa vatandaş olarak bizi yönetenlere: “Bizden topladığınız vergiler nereye gidiyor?”, “Eğitim, neden bilimden uzaklaştırıldı?”, “İşçilerin alın teri neden karşılıksız kalıyor?”,” “Üretici neden topraktan soğutuldu?”, “Ülkenin kaynakları neden yabancılara peşkeş çekiliyor?” “ Milli iradenin temsil yeri olan TBMM’si neden devre dışı?”, diye sormamız gerekmez mi? Bugün Türkiye’de en büyük problem, kurulan guguk sistemi ile sorgulama hakkının elimizden alınmasıdır. Unutulmasın ki sorgulamaktan korkan birey, aslında kendini özgür sanan esirdir. Sorgulamaktan korkan toplum, kendi iradesini başkasına teslim etmiş bir kalabalıktır ve sorgulamasını bilmeyen bir milletin geleceği yoktur.
Hadi Önal/ 03 Ekim 2025/ Elazığ