Dünü Unutursanız, Geleceğe Dair Sağlıklı Karar Veremezsiniz!
I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı. Sevr Anlaşması, Osmanlı coğrafyasını cetvelle parçalanmış haritalara dönüştürdü. Sonra “manda ve himaye” adı altında yeni bir düzen kuruldu. Paris Barış Konferansı’nda ilk kez gündeme getirilen, 28 Haziran 1919 tarihli Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin 22. maddesiyle resmileştirilen bu sistem, aslında sömürgeciliğin makyajlanmış hâliydi.
Dünya kamuoyunda sömürgeciliğe karşı yükselen tepkiyi yatıştırmak için, bu yeni yönetim biçimi “halkları bağımsızlığa hazırlama” yalanıyla süslendi. Gerçekte ise amaç; petrolü, boğazları, limanları, ticaret yollarını ve stratejik geçitleri ele geçirmekti. Fransa Suriye ve Lübnan’a çökerken, İngiltere Irak, Filistin ve Ürdün’ü himayesine(!)aldı. Böylece, halkların iradesi, masa başında kalem oynatan birkaç emperyalistin çıkarına kurban edildi.
Himayelerine aldıkları ülkelerde kalıcılığı sağlamak üzere harekâta geçen emperyalist ve sömürgeci ülkeler, mezhepler arasındaki ayrılıkları derinleştirildi, etnik fay hatları özellikle aktifleştirildi. Lübnan’daki mezhep kotası Fransız icadıydı. Irak’ta Sünni azınlık iktidara taşınıp Şii çoğunluk dışlandı. Filistin’de ise İngiltere’nin Balfour Deklarasyonu ile başlattığı süreç, İsrail’in kuruluşu ve Filistin halkının dramına dönüştü. Bugün hâlâ acımasızlığın ve gaddarlığın kanayan yaralarının tohumu, işte o günlerde atıldı.
Sykes-Picot anlaşmasıyla cetvelle çizilen sınırlar; Kürt meselesinden Suriye iç savaşına, Irak’ın parçalanma sürecinden Ürdün’ün kırılganlığına kadar birçok çatışmanın arka planında hâlâ karşımızda. Dün cetvelin uzunluğu ile çizilen, kalemin ucuyla perçinlenen oyun; bugün silahın, doların, üslerin ve küresel kurumların eliyle sürüyor.
Manda yönetimleri resmen sona erdi; ama vesayet düzeni devam ediyor. ABD, Rusya, AB… Her biri bölgeye üssüyle, askeri müdahalesiyle, finansal zinciriyle hâkimiyet kurmuş durumda. IMF ve Dünya Bankası gibi küresel kurumlar, ekonomik manda işlevi görüyor. Demokrasi sandıkla süsleniyor ama kararlar çoğu kez yabancı başkentlerde alınıyor. Seçilmişler değil, seçtirilenler yönetimde söz sahibi.
Bakın Gazze’ye: Bir asır önce İngiltere’nin attığı fitil, bugün İsrail’in bombardımanında yüz binlerce çocuğun, kadının, masumun kanıyla yanıyor.
Bakın Irak’a: ABD’nin işgaliyle başlayan süreçte ülke parçalandı, kuzeyinde üsler, güneyinde kaos, ortasında yıkım kaldı.
Bakın Suriye’ye: “Demokrasi getireceğiz” diyenler, ülkeyi etnik ve mezhep savaşlarına sürükledi; milyonlar mülteci oldu, terör örgütleri palazlandı.
Bakın Lübnan’a: Fransız mandasının mirası olan mezhep kotası hâlâ siyaseti kilitliyor, ülkeyi yönetilemez hale getiriyor.
Ve bakın Türkiye’ye: IMF’nin yerini alan finans çevrelerinin dayattığı reçetelerin tahakkümü devam ediyor. Bugün “ekonomik istikrar programı” diye sunulan paketler, aslında modern manda zincirlerinden başka bir şey değil.
Ve “Terörsüz Türkiye” Maskesi:
Bugün önümüze konulan “Terörsüz Türkiye” projelerine dikkat edin! İlk bakışta kulağa hoş geliyor: “Terör bitecek, huzur gelecek.” Ama perde arkasında bambaşka hesaplar var. Emperyalist ülkeler, terör örgütlerini kimi zaman taşeron olarak kullanıyor, kimi zaman da “müttefik” kılığına sokuyor. Bir eliyle örgütleri besleyip güçlendiriyor, diğer eliyle “terörü bitirecek plan” diye dayatmalar yapıyor. Sonuç: Türkiye’nin güvenliği bahanesiyle, bölgemizde yeni haritalar çizilmek isteniyor. “Terörsüz Türkiye” denilen şey, aslında Türkiye’yi manda düzenine yeniden çekme tuzağıdır. Bize dayatılan projeler, ülkenin güvenliğini sağlamak için değil; sınırlarımızda “kontrol edilebilir bölgeler” oluşturmak, enerji hatlarını güvenceye almak ve Türkiye’yi kendi coğrafyasında pasif bir aktöre dönüştürmek içindir. Unutmayalım: Dün manda zinciri “medeniyet götürmek” bahanesiyle dayatılmıştı. Bugün ise aynı zincir, “terörle mücadele” kılıfıyla geliyor.
Türkiye, Lozan ile zinciri kıran ender ülkelerdendir. Ama çevremizdeki manda mirası hâlâ bize doğrudan yansıyor: Irak’ın parçalanma süreci, Suriye’nin bitmeyen kaosu, Filistin’in kanayan dramı, Lübnan’ın siyasal tıkanıklığı… Hepsi yanı başımızda. Peki, biz, bu oyunun figüranı mı olacağız; yoksa kendi tarihimizin ve coğrafyamızın öznesi mi?
Cemil Meriç: “Haritayı başkaları çizerse kaderimizi de onlar yazar. Kendi yolunu çizemeyen milletler, başkalarının vesayeti altında kaybolur.” ,diyor.
Yahya Kemal: “Bir milletin istiklali, önce zihninde başlar. Zihnini teslim eden, toprağını da teslim eder.”, diyor. Ve biz, unutmayalım ki özgürlük, yabancıların telkin ve tedavilerinde değil; kendi bileğimizin gücünde, kendi göğsümüzün imanında, kendi irademizin kararlılığında gizlidir. Tarih, bize hep aynı hakikati fısıldar: “Teslim olan kaybeder, direnen kazanır!”
Bugün “Terörsüz Türkiye” diye önümüze konulan projeler, aslında yarının bağımsız ve özgür Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek için hazırlanmış tuzaktır. Eğer biz uyanmazsak, onlar yine haritalar çizecek; biz ise kaderimizi başkalarının kalemine teslim edeceğiz.
Hadi Önal/ 20 Ağustos 2025/ Elazığ