Hadi Önal
Köşe Yazarı
Hadi Önal
 

“ O KAFA” ASLA BAŞARILI OLAMAYACAK

Matbaa, 1950 yılında Alman Johannes Gutenberg tarafından 1450 yılında icat edilmişti. Bu tarihten sonra Avrupa’dan başlayarak bütün dünya matbaayı kullanmaya başladı. Matbaa ile birlikte kitaba okumaya dolaysıyla bilgiye ulaşma imkânı kolaylaştı. Peki, matbaa bize yani Osmanlı’ya ne zaman geldi? Tam 227 yıl sonra… Yani 1727 yılında… İlk Türk matbaası Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu Sait Mehmet Efendi ile İbrahim Müteferrika tarafından 16 Aralık 1727 yılında İstanbul’da kuruldu ve kitap basımına geçildi. Şimdi ikinci sorumuzu soralım. İslam’ın ilk emri nedir? Oku… Okumak için ne lazım? Kitap… Kitabı çoğaltma, yayınlaştırma aracı ne? Matbaa... Peki, kim direnmiş iki yüz yirmi yedi yıl bu yeniliğe? Onu da söyleyeyim: “gavur icadı”, diyen özde değil sözde Müslümanlar… Yalnızca matbaaya mı karşı çıkmışlar? Açın okuyun Osmanlı tarihini? 1730 Patrona Halil İsyanının, 1807 Kabakçı Mustafa İsyanlarının temelinde hep yeniliğe ve yenileşmeye karşı olanların; “aman din elden gidiyor!” ,diyen İslam’ı, gelişmeye, yenileşmeye, kalkınmaya engelmiş gibi gören ve göstermeye çalışan aslında çıkarları için İslam’ı kullanan bir takım insanları görürsünüz. İslam’ı işlerine geldiği gibi kullanan “o kafa” hiç değişmedi. Osmanlıya musallat olan, o koca imparatorluğu ilimden, fenden uzaklaştıran; ilerlemesine, kalkınmasına engel olan ülke imkânlarını yabancılara altın tepsi içerisinde sunan, Osmanlıyı borçlandırarak batıran; yıkılmasına sebep olan “o kafa” şimdi de Genç Türkiye Cumhuriyetine musallat oldu. Osmanlı bir hanedanlıktı. Babadan oğla geçen mutlakıyet yönetimiydi. Son zamanlarda Meşrutiyet kazandırılma gayretleri olmuş ancak başarılı olunamamıştı. Dışta düşmanları içte vurguladığımız “o kafa”nın bitip tükenmeyen saldırıları sonucu yıkılıp gitti. Tarihin tanıdığı büyük Türk milleti bağrından çıkardığı başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahramanları ile yıkılan 15. Türk devletinin yerine yeni bir devlet kurdu. Türk milleti, bütün olumsuzluklara, yokluklara, yoksulluklara rağmen içerisindeki hürriyet ve bağımsızlık ateşi ile birlikte onuruyla, gururuyla bir yandan yurdumuzu işgal eden güçlere diğer yandan onlara karşı verilen savaşın başarısız olmasını isteyen “o kafa” olarak da nitelediğimiz “Anzavurlarla” savaştı. Sonuçta Osmanlının küllerinden yeni bir devlet kurdu. Yeni kurduğu devleti de temeli insan onuruna en uygun yönetim biçimi olan Cumhuriyetle taçlandırdı. Cumhuriyet; temelini Türk kültürü ve Türk kahramanlığından alan; insan onurunu, kadın erkek eşitliğine ve yenileşme ve gelişmeye açık hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğunu tescilleştiren imtiyazsız sınıfsız bir yönetimin adıdır. Halk serbest seçimlerle kendisini yönetenleri seçer, seçtiklerinin oluşturduğu büyük millet meclisi tarafından da yönetilir. Yönetim, yaptığı harcamaların kuruşuna varıncaya kadar devletin asli unsuru olan halka hesap vermek zorunda ve mecburiyetindedir. Elbette Osmanlı da bizimdi. Kimsenin Osmanlıyı kötülemeye hakkı yok. Başarıları, eksiklikleri, hataları ile ömrünü tamamladı. Türkiye Cumhuriyeti bugün 99 yaşında. Yeni devletimiz bugün hür, bağımsız, güçlü bir biçimde varlığını sürdürüyorsa bunu, onu kuranlara borçludur. Ancak Osmanlıyı zayıflatan, yıpratan, yok olmasına sebep olan “o kafa” görüldüğü gibi yine iş başında… Son zamanlarda gemi iyice azıya alan “o kafa” varlığını borçlu olduğu Cumhuriyete ve o yönetim şeklini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına karşı dozajı giderek artan bir çirkinlikle saldırıyor. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı girişilen bu alçakça ve ahmakça saldırılar, elbette uygarlık ve insanlık yolunda en büyük yenileşme hareketi olan Cumhuriyetimizi yolundan alıkoyamayacaktır. Kula kulluğu hayal edenler, İslam’ı kendi çıkarları için eğip bükenler, 9167 şehit vererek kazandığımız İstiklal Savaşını yok farz edenler, Türkçeyi gelişmenin önünde engel görenler, halkı yoksullaştırarak köleleştirmek isteyenler şunu kafalarına iyice koysunlar ki bu milletin feraseti Cumhuriyetin maddi kazanımlarını yok edilse dahi manevi kazanımlarından asla vazgeçmeyecek ve taviz vermeyecektir. Bu millet, Cumhuriyetin fazilet olduğunu, kimsesizlerin kimsesi olduğunu artık damarlarında hissediyor. Ne demişti Atatürk; “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” Türkiye Cumhuriyeti devleti, onun asli unsuru Türk halkı, Cumhuriyeti korumak ve kollamakla görevli Türk gençliği, 15 Temmuzda bir meczubun yaptıklarını yaşadı, başka meczuplara karşı artık çok daha uyanık ve çok daha duyarlıdı    
Ekleme Tarihi: 31 Ekim 2022 - Pazartesi

“ O KAFA” ASLA BAŞARILI OLAMAYACAK

Matbaa, 1950 yılında Alman Johannes Gutenberg tarafından 1450 yılında icat edilmişti. Bu tarihten sonra Avrupa’dan başlayarak bütün dünya matbaayı kullanmaya başladı. Matbaa ile birlikte kitaba okumaya dolaysıyla bilgiye ulaşma imkânı kolaylaştı.

Peki, matbaa bize yani Osmanlı’ya ne zaman geldi?

Tam 227 yıl sonra… Yani 1727 yılında… İlk Türk matbaası Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu Sait Mehmet Efendi ile İbrahim Müteferrika tarafından 16 Aralık 1727 yılında İstanbul’da kuruldu ve kitap basımına geçildi.

Şimdi ikinci sorumuzu soralım. İslam’ın ilk emri nedir? Oku… Okumak için ne lazım? Kitap… Kitabı çoğaltma, yayınlaştırma aracı ne? Matbaa... Peki, kim direnmiş iki yüz yirmi yedi yıl bu yeniliğe? Onu da söyleyeyim: “gavur icadı”, diyen özde değil sözde Müslümanlar… Yalnızca matbaaya mı karşı çıkmışlar? Açın okuyun Osmanlı tarihini? 1730 Patrona Halil İsyanının, 1807 Kabakçı Mustafa İsyanlarının temelinde hep yeniliğe ve yenileşmeye karşı olanların; “aman din elden gidiyor!” ,diyen İslam’ı, gelişmeye, yenileşmeye, kalkınmaya engelmiş gibi gören ve göstermeye çalışan aslında çıkarları için İslam’ı kullanan bir takım insanları görürsünüz.

İslam’ı işlerine geldiği gibi kullanan “o kafa” hiç değişmedi. Osmanlıya musallat olan, o koca imparatorluğu ilimden, fenden uzaklaştıran; ilerlemesine, kalkınmasına engel olan ülke imkânlarını yabancılara altın tepsi içerisinde sunan, Osmanlıyı borçlandırarak batıran; yıkılmasına sebep olan “o kafa” şimdi de Genç Türkiye Cumhuriyetine musallat oldu.

Osmanlı bir hanedanlıktı. Babadan oğla geçen mutlakıyet yönetimiydi. Son zamanlarda Meşrutiyet kazandırılma gayretleri olmuş ancak başarılı olunamamıştı. Dışta düşmanları içte vurguladığımız “o kafa”nın bitip tükenmeyen saldırıları sonucu yıkılıp gitti. Tarihin tanıdığı büyük Türk milleti bağrından çıkardığı başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahramanları ile yıkılan 15. Türk devletinin yerine yeni bir devlet kurdu. Türk milleti, bütün olumsuzluklara, yokluklara, yoksulluklara rağmen içerisindeki hürriyet ve bağımsızlık ateşi ile birlikte onuruyla, gururuyla bir yandan yurdumuzu işgal eden güçlere diğer yandan onlara karşı verilen savaşın başarısız olmasını isteyen “o kafa” olarak da nitelediğimiz “Anzavurlarla” savaştı. Sonuçta Osmanlının küllerinden yeni bir devlet kurdu. Yeni kurduğu devleti de temeli insan onuruna en uygun yönetim biçimi olan Cumhuriyetle taçlandırdı. Cumhuriyet; temelini Türk kültürü ve Türk kahramanlığından alan; insan onurunu, kadın erkek eşitliğine ve yenileşme ve gelişmeye açık hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğunu tescilleştiren imtiyazsız sınıfsız bir yönetimin adıdır. Halk serbest seçimlerle kendisini yönetenleri seçer, seçtiklerinin oluşturduğu büyük millet meclisi tarafından da yönetilir. Yönetim, yaptığı harcamaların kuruşuna varıncaya kadar devletin asli unsuru olan halka hesap vermek zorunda ve mecburiyetindedir.

Elbette Osmanlı da bizimdi. Kimsenin Osmanlıyı kötülemeye hakkı yok. Başarıları, eksiklikleri, hataları ile ömrünü tamamladı. Türkiye Cumhuriyeti bugün 99 yaşında. Yeni devletimiz bugün hür, bağımsız, güçlü bir biçimde varlığını sürdürüyorsa bunu, onu kuranlara borçludur. Ancak Osmanlıyı zayıflatan, yıpratan, yok olmasına sebep olan “o kafa” görüldüğü gibi yine iş başında… Son zamanlarda gemi iyice azıya alan “o kafa” varlığını borçlu olduğu Cumhuriyete ve o yönetim şeklini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına karşı dozajı giderek artan bir çirkinlikle saldırıyor. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı girişilen bu alçakça ve ahmakça saldırılar,

elbette uygarlık ve insanlık yolunda en büyük yenileşme hareketi olan Cumhuriyetimizi yolundan alıkoyamayacaktır. Kula kulluğu hayal edenler, İslam’ı kendi çıkarları için eğip bükenler, 9167 şehit vererek kazandığımız İstiklal Savaşını yok farz edenler, Türkçeyi gelişmenin önünde engel görenler, halkı yoksullaştırarak köleleştirmek isteyenler şunu kafalarına iyice koysunlar ki bu milletin feraseti Cumhuriyetin maddi kazanımlarını yok edilse dahi manevi kazanımlarından asla vazgeçmeyecek ve taviz vermeyecektir. Bu millet, Cumhuriyetin fazilet olduğunu, kimsesizlerin kimsesi olduğunu artık damarlarında hissediyor.

Ne demişti Atatürk; “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.”

Türkiye Cumhuriyeti devleti, onun asli unsuru Türk halkı, Cumhuriyeti korumak ve kollamakla görevli Türk gençliği, 15 Temmuzda bir meczubun yaptıklarını yaşadı, başka meczuplara karşı artık çok daha uyanık ve çok daha duyarlıdı

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve burdurilkadim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.