PROF DR. Mehmet TOMANBAY
Köşe Yazarı
PROF DR. Mehmet TOMANBAY
 

EKONOMİDE TÜRKİYE’Yİ NE BEKLİYOR?

Mehmet Şimşek Başarılı Olabilecek mi?? Prof. Dr. Mehmet Tomanbay Ufuk Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölüm Başkanı 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde Süleyman Demirel’in “boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” diye ifade ettiği ünlü sözü gerçekleşmedi. Yaşanan ekonomik sıkıntılara rağmen Sayın Recep Tayip Erdoğan ve AKP seçimi kazandı. Seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ekonominin direksiyonunu tekrar Mehmet Şimşek’e verdi. Oysa daha önceki hükümetlerde önemli görevlerde bulunmuş olan Mehmet Şimşek’i görevden almış ve hakkında çeşitli olumsuz iddialarda bulunmuştu. Bu atamayla Sayın Cumhurbaşkanı son yıllarda uyguladığı Nas ekonomisinden U dönüşü yaptı. Ortodoks iktisat (iktisatta genel kabul görmüş politikalar) politikalarına döndüğü mesajını verdi. Hazine ve Maliye Bakanı olarak görevlendirilen Mehmet Şimşek önceki Bakan Nureddin Nebati’den görevi teslim alırken yaptığı açıklamada “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi özlenen refaha ulaşmamızda anahtar olacaktır.” dedi. Böylelikle uygulanan önceki iktisat politikalarının rasyonel olmadığını yani akıl dışı olduğunu ve bu nedenle ekonominin büyük sıkıntılar içinde bulunduğunu açıklamış oldu. Ortodoks iktisat politikalarına dönerek toplumun özlediği refaha ulaşmasını amaç edinen Mehmet Şimşek acaba bu hedefine ulaşabilecek mi? Bugüne kadar uygulanan akıl dışı politikaların oluşturduğu ekonomik ortam bu hedefe kolaylıkla ulaşmaya izin verecek mi? sorunun yanıtı Türkiye ekonomisinde yaşanan sıkıntılara bakarak verilebilir. MEVCUT EKONOMİK DURUM “Deveye sormuşlar neren eğri diye. Nerem doğru ki demiş.” Ekonomide durum aynen böyle. Nereden başlayalım? Uzun süredir ekonomi yönetimine güvenin kalmadığı, ekonomik sorunların toplumsal soruna dönüştüğü bir ekonomi var karşımızda. Finans sektörünün sorunlarından mı, reel sektörün sorunlarından mı başlayalım? Ya da İşsizliği mi, bozulan gelir dağılımını mı, artan dış borç cenderesini mi ya da dış ticarette rekor açıkları mı ele alalım? Elimizi atacağımız her ekonomik gösterge alarm vermekte. En iyisi enflasyonu ele alalım. Kuşkusuz bugün yaşanan sıkıntıların başında toplumun büyük bir kesiminin hızla yoksullaşmasına yol açan enflasyon gelmekte. Enflasyon aynı zamanda piyasa dengelerini bozmakta, geleceği belirsiz hale getirerek yatırımları engellemekte ve ciddi ekonomik sorunlara yol açmakta. TUİK’in Mayıs ayı açıklamasına göre TÜFE yıllık %39.59 tur. Oysa ENAG’a (Enflasyon Araştırma Grubu) göre Mayıs ayı yıllık enflasyonu % 109.01 dir. Mehmet Şimşek’den ilk beklenen bugüne kadar uygulanan Nas ekonomisinde hiç ilgilenilmeyen aksine beslenen enflasyon belasına el atması ve sorun olmaktan çıkmasını sağlamaktır. Ancak seçim öncesi ve sonrası yaşanan ekonomik gelişmeler enflasyonu düşürmenin kolay olmayacağını aksine enflasyonun yükselmeye devam edeceğini göstermektedir. Bu yargımızın iki önemli nedeni vardır. Birincisi, hükümetin seçimler öncesinde bir yandan deprem nedeniyle diğer yandan da seçimi kazanabilmek için yaptığı bütçeye büyük yük getiren harcamalardır. Harcamalar seçim sonrasında da asgari ücretin yüzde 35 dolayında arttırılması ve diğer ücretlere getirilecek benzer oranlardaki artışlarla devam etmektedir. Merkez Bankası’nın yaptığı bir araştırmaya göre asgari ücretin yüzde 1 oranında artması enflasyonu yüzde 0.2 puan ya da yüzde 10 oranında artması yüzde 2.0 puan arttırmaktadır. Bu durumda asgari ücrete yapılan yüzde 34 dolayındaki artış enflasyonu yaklaşık 6.5 puan kadar arttıracaktır. Enflasyonu artmasına yol açan ikinci neden ise yılbaşından beri Türk lirasının değer kaybetmesidir. Yıla 18.80 TL civarında başlayan dolar bugün 26 TL civarındadır ve yaklaşık yüzde 25 değer yitirmiştir. Döviz kurunun artması ithalata bağımlılığı yüksek olan Türkiye ekonomisinde ithalat fiyatlarının artmasına bunun sonucunda da enflasyonun artmasına yol açmaktadır. İktisatçı Atila Yeşilada’ya göre TL’de yüzde 20 civarında değer kaybı enflasyonun 6 – 10 puan arası artmasına yol açmaktadır. TL’nin yüzde 25 civarında değer yitirmesi enflasyonun daha da fazla artmasına yol açacaktır. Sonuç itibariyle belirttiğimiz bu iki gelişme yüzünden bile enflasyon sorununu çözmenin zor olduğu ve enflasyonun artmaya devam edeceği anlaşılmaktadır. Yıl sonunda TUİK’e göre bile enflasyonun yüzde 50 civarına çıkacağı açıktır. NE YAPILABİLİR? Kuşkusuz ekonomiye bir bütün olarak baktığımızda başta adalet, eğitim ve ekonomi yönetimi gibi alanlarda yapısal reformlar olmak üzere topyekün bir düzenleme ve yenilemeye gereksinim olduğu açık. Yerimiz buna yetmez. Bu nedenle sadece enflasyon açısından soruna bakmaya devam edelim. Seçimin üzerinden bir aydan fazla süre geçmiştir ve şu ana kadar enflasyonla mücadele konusunda alınan ciddi bir önlem yoktur. Sayın Şimşek enflasyonla baş edebilmek için para ve maliye politikalarına baş vurabilir. Enflasyona karşı Ortodoks iktisadın başvuracağı ana yöntem sıkı para politikası uygulanması yani ekonomide dolaşan para arzının azaltılmasıdır. Ancak sıkı para politikasının uygulanabilmesi açısından iki politika alanında da önemli kısıtlar vardır. Para politikasının bu konuda en önemli aracı faiz oranlarının arttırılmasıdır. Faizlerin arttırılmasındaki amaç hem tüketim hem de yatırım kredilerini, dolayısıyla da tüketim ve yatırım harcamalarını yavaşlatmak böylelikle de toplam talebin düşürülerek fiyat artışlarının önünü kesmektir. Bu amaca ulaşabilmek için faiz oranının beklenen enflasyondan yüksek olması gerekir. Yüzde 50 dolayında beklenen enflasyon olan bir ekonomide faiz oranlarının yüzde 50’den biraz fazla olması gerekir. Oysa aklaşan yerel seçimler ortamında faiz oranının siyasi olarak böyle bir orana çıkması olanaklı değildir. Yeni atanan Merkez Bankası başkanının yaptığı 6.5 puanlık faiz artışı da bu gelişmenin öncü göstergesidir. Yüzde 15’e yükselen MB politika faizi çözüm getirmeyecektir. Öte yandan maliye politikası açısından da harcamaların azaltılarak toplam talebi düşürmeye dönük sıkı para politikası uygulamaları mümkün görünmemektedir. Tahminlere göre bu yıl bütçe açığı Milli Gelirin yüzde 8’i civarında olacaktır. Bu büyük bir orandır. Enflasyonla başa çıkabilmek için harcamaların azaltılarak bütçe açığının MG’in yüzde 4’ü civarına düşürülmesi gerekir. Oysa bütçedeki harcamaların yaklaşık yüzde 90’ı maaşlar ve ödemeler gibi taahhüde bağlı harcamalardır. Azaltılma yapılamaz. Bu yüzden azaltılabilecek harcama çok azdır. Öte yandan vergilerin arttırılmasıyla yapılabilecek bütçe geliri artışı da bütçe açığını azaltmaya yetecek düzeyde olamayacaktır. Zaten yüksek olan vergiler de seçime giderken kayda değer artış beklenemez. Yapılabilecek harcama kısıntısı ve vergi artışlarıyla bütçe açığının en fazla yüzde bir oranında azalabileceği hesaplanmaktadır. Bu nedenle enflasyona çare olacak bir talep kısılmasının maliye politikası aracılığıyla da yeterince gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmaktadır. VATANDAŞIN İŞİ ZOR Sonuç olarak Bakan Mehmet Şimşek’in işi zordur. Ancak özellikle sabit gelirli vatandaşların işi önümüzdeki dönemde daha da zor olacaktır. Ortodoks iktisat politikası enflasyonun özellikle sabit gelirliler için dolaylı bir vergi olduğunu belirtir ve “enflasyon vergisi” olarak tanımlar. Paranın satın alma gücünün sürekli düşmesiyle vatandaşlar harcamalarını azaltırlar ve kuşkusuz bu da yoksullaşma anlamına gelir. Enflasyon dönemlerinde enflasyon vergisinin de etkisiyle çalışan kesimlerin milli gelirden aldıkları pay azalırken sermaye kesiminin aldığı pay artar ve gelir dağılımı çalışan kesimler aleyhine daha da bozulur. Duayen iktisat hocası Prof. Dr. Korkut Boratav’ın haber.sol.org internet gazetesinde yayınladığı makalesinde belirttiği üzere enflasyon arttıkça sermayenin payının da içinde yer aldığı ücret dışı gelirlerin milli gelir içindeki payı 2016 yılındaki yüzde 49.2’den 2022’de yüzde 59.8 oranına çıkmıştır. Buna karşılık ücretlilerin milli gelirden aldığı pay enflasyon nedeniyle sürekli azalmakta ve gelir dağılımı ücretliler aleyhine sürekli bozulmaktadır. Bu da kuşkusuz ücretliler için yoksullaşmanın artması demektir. Sayın Şimşek’den beklenen pembe tablonun gerçekleşmesi ne yazık ki zor görünmektedir. Önümüzdeki günler emeğiyle geçinenlerin, emeklilerin, sabit gelirlilerin ve işsizlerin daha da yoksullaşacağı ve özgürlüklerin kısıtlanması, adaletsizliklerin yaygınlaşması gibi toplumsal sorunların daha da artacağı günlerdir.  
Ekleme Tarihi: 04 Temmuz 2023 - Salı

EKONOMİDE TÜRKİYE’Yİ NE BEKLİYOR?

Mehmet Şimşek Başarılı Olabilecek mi??

Prof. Dr. Mehmet Tomanbay

Ufuk Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölüm Başkanı

14 ve 28 Mayıs seçimlerinde Süleyman Demirel’in “boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” diye ifade ettiği ünlü sözü gerçekleşmedi. Yaşanan ekonomik sıkıntılara rağmen Sayın Recep Tayip Erdoğan ve AKP seçimi kazandı. Seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ekonominin direksiyonunu tekrar Mehmet Şimşek’e verdi. Oysa daha önceki hükümetlerde önemli görevlerde bulunmuş olan Mehmet Şimşek’i görevden almış ve hakkında çeşitli olumsuz iddialarda bulunmuştu. Bu atamayla Sayın Cumhurbaşkanı son yıllarda uyguladığı Nas ekonomisinden U dönüşü yaptı. Ortodoks iktisat (iktisatta genel kabul görmüş politikalar) politikalarına döndüğü mesajını verdi.

Hazine ve Maliye Bakanı olarak görevlendirilen Mehmet Şimşek önceki Bakan Nureddin Nebati’den görevi teslim alırken yaptığı açıklamada “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi özlenen refaha ulaşmamızda anahtar olacaktır.” dedi. Böylelikle uygulanan önceki iktisat politikalarının rasyonel olmadığını yani akıl dışı olduğunu ve bu nedenle ekonominin büyük sıkıntılar içinde bulunduğunu açıklamış oldu.

Ortodoks iktisat politikalarına dönerek toplumun özlediği refaha ulaşmasını amaç edinen Mehmet Şimşek acaba bu hedefine ulaşabilecek mi? Bugüne kadar uygulanan akıl dışı politikaların oluşturduğu ekonomik ortam bu hedefe kolaylıkla ulaşmaya izin verecek mi? sorunun yanıtı Türkiye ekonomisinde yaşanan sıkıntılara bakarak verilebilir.

MEVCUT EKONOMİK DURUM

“Deveye sormuşlar neren eğri diye. Nerem doğru ki demiş.” Ekonomide durum aynen böyle. Nereden başlayalım? Uzun süredir ekonomi yönetimine güvenin kalmadığı, ekonomik sorunların toplumsal soruna dönüştüğü bir ekonomi var karşımızda. Finans sektörünün sorunlarından mı, reel sektörün sorunlarından mı başlayalım? Ya da İşsizliği mi, bozulan gelir dağılımını mı, artan dış borç cenderesini mi ya da dış ticarette rekor açıkları mı ele alalım? Elimizi atacağımız her ekonomik gösterge alarm vermekte. En iyisi enflasyonu ele alalım.

Kuşkusuz bugün yaşanan sıkıntıların başında toplumun büyük bir kesiminin hızla yoksullaşmasına yol açan enflasyon gelmekte. Enflasyon aynı zamanda piyasa dengelerini bozmakta, geleceği belirsiz hale getirerek yatırımları engellemekte ve ciddi ekonomik sorunlara yol açmakta. TUİK’in Mayıs ayı açıklamasına göre TÜFE yıllık %39.59 tur. Oysa ENAG’a (Enflasyon Araştırma Grubu) göre Mayıs ayı yıllık enflasyonu % 109.01 dir.

Mehmet Şimşek’den ilk beklenen bugüne kadar uygulanan Nas ekonomisinde hiç ilgilenilmeyen aksine beslenen enflasyon belasına el atması ve sorun olmaktan çıkmasını sağlamaktır. Ancak seçim öncesi ve sonrası yaşanan ekonomik gelişmeler enflasyonu düşürmenin kolay olmayacağını aksine enflasyonun yükselmeye devam edeceğini göstermektedir. Bu yargımızın iki önemli nedeni vardır. Birincisi, hükümetin seçimler öncesinde bir yandan deprem nedeniyle diğer yandan da seçimi kazanabilmek için yaptığı bütçeye büyük yük getiren harcamalardır. Harcamalar seçim sonrasında da asgari ücretin yüzde 35 dolayında arttırılması ve diğer ücretlere getirilecek benzer oranlardaki artışlarla devam etmektedir. Merkez Bankası’nın yaptığı bir araştırmaya göre asgari ücretin yüzde 1 oranında artması enflasyonu yüzde 0.2 puan ya da yüzde 10 oranında artması yüzde 2.0 puan arttırmaktadır. Bu

durumda asgari ücrete yapılan yüzde 34 dolayındaki artış enflasyonu yaklaşık 6.5 puan kadar arttıracaktır.

Enflasyonu artmasına yol açan ikinci neden ise yılbaşından beri Türk lirasının değer kaybetmesidir. Yıla 18.80 TL civarında başlayan dolar bugün 26 TL civarındadır ve yaklaşık yüzde 25 değer yitirmiştir. Döviz kurunun artması ithalata bağımlılığı yüksek olan Türkiye ekonomisinde ithalat fiyatlarının artmasına bunun sonucunda da enflasyonun artmasına yol açmaktadır. İktisatçı Atila Yeşilada’ya göre TL’de yüzde 20 civarında değer kaybı enflasyonun 6 – 10 puan arası artmasına yol açmaktadır. TL’nin yüzde 25 civarında değer yitirmesi enflasyonun daha da fazla artmasına yol açacaktır.

Sonuç itibariyle belirttiğimiz bu iki gelişme yüzünden bile enflasyon sorununu çözmenin zor olduğu ve enflasyonun artmaya devam edeceği anlaşılmaktadır. Yıl sonunda TUİK’e göre bile enflasyonun yüzde 50 civarına çıkacağı açıktır.

NE YAPILABİLİR?

Kuşkusuz ekonomiye bir bütün olarak baktığımızda başta adalet, eğitim ve ekonomi yönetimi gibi alanlarda yapısal reformlar olmak üzere topyekün bir düzenleme ve yenilemeye gereksinim olduğu açık. Yerimiz buna yetmez. Bu nedenle sadece enflasyon açısından soruna bakmaya devam edelim.

Seçimin üzerinden bir aydan fazla süre geçmiştir ve şu ana kadar enflasyonla mücadele konusunda alınan ciddi bir önlem yoktur. Sayın Şimşek enflasyonla baş edebilmek için para ve maliye politikalarına baş vurabilir. Enflasyona karşı Ortodoks iktisadın başvuracağı ana yöntem sıkı para politikası uygulanması yani ekonomide dolaşan para arzının azaltılmasıdır. Ancak sıkı para politikasının uygulanabilmesi açısından iki politika alanında da önemli kısıtlar vardır. Para politikasının bu konuda

en önemli aracı faiz oranlarının arttırılmasıdır. Faizlerin arttırılmasındaki amaç hem tüketim hem de yatırım kredilerini, dolayısıyla da tüketim ve yatırım harcamalarını yavaşlatmak böylelikle de toplam talebin düşürülerek fiyat artışlarının önünü kesmektir. Bu amaca ulaşabilmek için faiz oranının beklenen enflasyondan yüksek olması gerekir. Yüzde 50 dolayında beklenen enflasyon olan bir ekonomide faiz oranlarının yüzde 50’den biraz fazla olması gerekir. Oysa aklaşan yerel seçimler ortamında faiz oranının siyasi olarak böyle bir orana çıkması olanaklı değildir. Yeni atanan Merkez Bankası başkanının yaptığı 6.5 puanlık faiz artışı da bu gelişmenin öncü göstergesidir. Yüzde 15’e yükselen MB politika faizi çözüm getirmeyecektir.

Öte yandan maliye politikası açısından da harcamaların azaltılarak toplam talebi düşürmeye dönük sıkı para politikası uygulamaları mümkün görünmemektedir. Tahminlere göre bu yıl bütçe açığı Milli Gelirin yüzde 8’i civarında olacaktır. Bu büyük bir orandır. Enflasyonla başa çıkabilmek için harcamaların azaltılarak bütçe açığının MG’in yüzde 4’ü civarına düşürülmesi gerekir. Oysa bütçedeki harcamaların yaklaşık yüzde 90’ı maaşlar ve ödemeler gibi taahhüde bağlı harcamalardır. Azaltılma yapılamaz. Bu yüzden azaltılabilecek harcama çok azdır. Öte yandan vergilerin arttırılmasıyla yapılabilecek bütçe geliri artışı da bütçe açığını azaltmaya yetecek düzeyde olamayacaktır. Zaten yüksek olan vergiler de seçime giderken kayda değer artış beklenemez. Yapılabilecek harcama kısıntısı ve vergi artışlarıyla bütçe açığının en fazla yüzde bir oranında azalabileceği hesaplanmaktadır. Bu nedenle enflasyona çare olacak bir talep kısılmasının maliye politikası aracılığıyla da yeterince gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmaktadır.

VATANDAŞIN İŞİ ZOR

Sonuç olarak Bakan Mehmet Şimşek’in işi zordur. Ancak özellikle sabit gelirli vatandaşların işi önümüzdeki dönemde daha da zor olacaktır.

Ortodoks iktisat politikası enflasyonun özellikle sabit gelirliler için dolaylı bir vergi olduğunu belirtir ve “enflasyon vergisi” olarak tanımlar. Paranın satın alma gücünün sürekli düşmesiyle vatandaşlar harcamalarını azaltırlar ve kuşkusuz bu da yoksullaşma anlamına gelir. Enflasyon dönemlerinde enflasyon vergisinin de etkisiyle çalışan kesimlerin milli gelirden aldıkları pay azalırken sermaye kesiminin aldığı pay artar ve gelir dağılımı çalışan kesimler aleyhine daha da bozulur.

Duayen iktisat hocası Prof. Dr. Korkut Boratav’ın haber.sol.org internet gazetesinde yayınladığı makalesinde belirttiği üzere enflasyon arttıkça sermayenin payının da içinde yer aldığı ücret dışı gelirlerin milli gelir içindeki payı 2016 yılındaki yüzde 49.2’den 2022’de yüzde 59.8 oranına çıkmıştır. Buna karşılık ücretlilerin milli gelirden aldığı pay enflasyon nedeniyle sürekli azalmakta ve gelir dağılımı ücretliler aleyhine sürekli bozulmaktadır. Bu da kuşkusuz ücretliler için yoksullaşmanın artması demektir.

Sayın Şimşek’den beklenen pembe tablonun gerçekleşmesi ne yazık ki zor görünmektedir. Önümüzdeki günler emeğiyle geçinenlerin, emeklilerin, sabit gelirlilerin ve işsizlerin daha da yoksullaşacağı ve özgürlüklerin kısıtlanması, adaletsizliklerin yaygınlaşması gibi toplumsal sorunların daha da artacağı günlerdir.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve burdurilkadim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.