Bazen düşünüyorum; bu ülke, sanki bir yılanın zehriyle felce uğramış gibi. Gözlerimiz açık… Görüyor, biliyor, fark ediyoruz ama elimizden hiçbir şey gelmiyor. Çünkü en büyük acı, acının farkında olup da çaresiz kalmaktır.
İnsan, kimi zaman içinden geçiriyor: Keşke hiç sorgulamayan, düşünmeyen, her şeye “olur” diyen sıradan bir insan olsaydım. Yük taşımadan, vicdanın ağırlığına katlanmadan yaşayıp gitmek… Ne kolay olurdu! Ama bir kez gözler hakikate açıldı mı, artık kapanmaz. Suskunluk ise bazen en ağır suç ortaklığıdır.
Ve eğer bana dünyanın en aşağılık mahlukunu sorarsanız, tereddütsüz söylerim: Kadına el kaldıran erkektir. Çünkü bir kadına vurmak, yalnızca bir bedene değil; insanlığın kalbine indirilen bir darbedir. Bu, annenin yüzüne, kız kardeşin gözlerine, çocuğunun geleceğine atılmış bir yumruktur. Böyle bir eylem, yalnızca kadınları değil, insanlığı döver. İnsanoğlunun en büyük utancı işte budur.
Neşet Ertaş’ın Anadolu’nun diliyle söylediği “Kadınlar insan, erkekler onun oğlu.” sözü kadar yalın ve derin bir hakikat var mı? Kadına kıyan, aslında kendi kökünü keser; annesine, yavrusuna, hatta kendi vicdanına vurur. Bilimsel araştırmalar da bu gerçeği teyit ediyor: Bir toplumu yıkmak için atom bombasına gerek yoktur. Kadına yönelik şiddetin yaygınlaşması, toplumsal dokuyu içeriden çürüten görünmez bir zehirdir.
Birleşmiş Milletler raporları, kadınların şiddet gördüğü toplumlarda eğitimin gerilediğini, ekonomik gelişimin yavaşladığını, kuşaklar arası travmaların kalıcı hale geldiğini ortaya koyuyor. Yani mesele, sadece bireysel bir suç değil; toplumsal bir felakettir.
John Ruskin’in dediği gibi: “Pek çok din vardır, ama ahlak tektir.” Ahlaksız bir insanın dini olsa ne olur, olmasa ne olur? Vicdansızın namazı, merhametsizin duası, çıkar uğruna eğilen alnı neye yarar? İnanç, insanı insan yapmıyorsa, kuru bir gösteriden öteye geçmez.
Bugün adaletin yerini güç aldıysa, orada huzurdan söz edilemez. Güce tapan toplumlarda adalet susar, mazlumun çığlığı duvarlara çarpıp geri döner. Gücün kutsandığı yerde çocuklar yetim, kadınlar öksüz, kalpler sahipsiz kalır. İnsanlar birbirine güvenemez, yollar ışığını kaybeder. Oysa insanın en büyük imtihanı şudur: Zor olan yumruğunu sıkmak değil; zor olan elini merhametle uzatmaktır.
Tanklarla, silahlarla, kanunlarla değil; vicdanla ayakta kalabilmektir. Çünkü insanı koruyan kalkan, kalbin içindeki adalettir. Biliyorum, bir bedenin damarlarındaki yılan zehri atılabilir. Ama bir toplumun damarlarına işlemiş olan zehri temizlemek çok daha zordur. Onu temizlemenin tek yolu vardır: Ahlakı yeniden diriltmek. Çocukların gözyaşlarını silmek, kadınların acısını dindirmek, mazlumun sesini yükseltmek…
İşte o gün geldiğinde insanlık yeniden doğacaktır. Ama o gün gelene dek, her suskunluk yeni bir zulmün kapısını aralayacaktır. Tarih, güçlüleri değil, vicdanı olanları hatırlar. İnsanlığın yeniden doğuşu, ancak merhametin, adaletin ve ahlakın dirilişiyle mümkün olacaktır.
Mustafa ŞİMŞEK